Ertuğrul Özkök: Cem Yılmaz’dan “makul” bir stand-up’çı çıkar mı?
14 mins read

Ertuğrul Özkök: Cem Yılmaz’dan “makul” bir stand-up’çı çıkar mı?

Ertuğrul Özkök | Zamanın Ruhu

Önceki akşam Cem Yılmaz’ın Zorlu Performans Sanatları Merkezi’ndeki yeni şovunun ilk gecesine katıldım.

Yeni şovu anlatacağım ama önce şov öncesini anlatayım.

Zorlu’ya şovdan bir buçuk saat önce gittim.

Şov 21.00’de başlayacaktı ve öncesinde hafif bir şeyler yemek istedim.

Zorlu Alışveriş Merkezi’nde tam anlamıyla bir “Cem Yılmaz ekonomisi” vardı.


Cem Yılmaz’dan “CMXXIV”

Zorlu’da bir ‘Cem Yılmaz ekonomisi’

Önce Cantinerie’den başladım.

Tıklım tıklımdı ve tek kişilik yer yoktu.

Oradan Beymen Morinini’ye geçtim.

Orası da aynıydı.

Öteki kafe ve restoranlarda da durum aynıydı.

Sonra bir kat yukarı çıkıp Zanzibar’a gittim.

Orası da ağzına kadar doluydu…

Zorlu’ya yıllardır giderim, restoranlarını hiç bu kadar dolu görmemiştim.

Sağ olsun, Zanzibar’ın yöneticisi bana barda bir yer buldu ve oranın her zaman çok sevdiğim harika ince pizzası ve bir kadeh şarapla kendimi Cem Yılmaz şova hazırladım.

Bu arada Zorlu’da Cem Yılmaz ekonomisi ile ilgili gözlemlerimi size aktarayım.


Cem Yılmaz, sahnede (Fotoğraf: Ertuğrul Özkök)

‘Cem Yılmaz ekonomisi’nin masa başı ortalama fiyatı

Kesinlikle sosyolojik olarak AB grubu bir müşteri profili…

Zorlu’da yemek yiyen insanların masada kişi başına ortalama ne ödedikleri ile ilgili restoranların yöneticileri ile dün geceki masa ortalama fiyatlarını konuştum.

Bin 400- bin 800 TL arası bir ortalama çıktı.

Bu, başka gecelere göre biraz daha yüksek bir ortalamaymış.

Ancak aldığım bilgiye göre insanlar şov öncesi hızlı biçimde az şey yiyorlarmış. İstanbul’da mesela bir pizzayı paylaşmak gibi…

Cem Yılmaz’ın bilet ekonomisi

Tabii bu ekonomi içinde bir de şovların gişe gelirleri var.

Şubat ayı gösteri fiyatlarını aldım.

Şöyleydi:

VIP:             4400 TL

Kategori 1.  1989 TL

Kategori 2.  1450 TL

Kategori 3.  1200 TL

Kategori 3.    900 TL

Kategori 5.    700 TL

Kategori 6.    495 TL

Bu sezon haziran ayına kadar 30 şovu var, bunlardan 15’i şimdiden solde out.

Cem Yılmaz’a giden insanlar rakı içer mi?

Ayrıca Zanzibar’ın barında otururken gözlemlediğim bir şey de şu.

Son 15 yılda dünyada akıl almaz bir kokteyl salgını var.

Ama Cem Yılmaz öncesi içilen içkinin neredeyse yüzde 80’i şaraptı.

Mesela rakı isteyen tek kişi görmedim.

Ben oturduğum sırada sadece üç kokteyl servisi yapıldı.

Kırmızı şarap oldukça ağırlıklıydı ve gelenler çoğunluk şişe açmak yerine kadeh istemeyi tercih ediyordu.

Bir özel haber: İstinye Park’ta Cantinery açılıyor

Cantinery’nin ve Lucca’nın sahibi Cem Mirap’la konuştum.

Restoran sektörünün en realist ve en başarılı patronlarından biridir.

O da Cem Yılmaz gecesinin olağanüstü bir doluluk yarattığını kabul etti.

Ancak PSM’nin öteki tiyatro ve konser gecelerinde de doluluk artıyormuş.

Yani kültür ve sanat, Zorlu ekonomisinde önemli bir yere sahip

Bu arada Lucca’nın sahibi Cem’den bir de haber öğrendim.

Yakında İstinye Park’ta da bir Cantinery açıyormuş.

Böylece Bebek ve Bodrum Mandarin’deki Lucca ile birlikte mekân sayısı 4’e çıkacak.


Fotoğraf: Ertuğrul Özkök

İyi ki salona 15 dakika önce girdim, çünkü bir sürpriz vardı

Cem Yılmaz’ın şovu başlamadan 15 dakika öncesinde salona girdim.

İyi ke de öyle yapmışım…

Çünkü sahne daha karanlıkken köşeden bir silüet belirdi.

Cem Yılmaz’a benzettim, gerçekten oymuş.

Şov başlamadan önce öylesine sessizce sahneye çıkıp, salonun üçte birinden fazlası daha boşken seyircilerle gayrı resmi sohbete başladı.

Bir Cem Yılmaz şovunda ilk defa böyle bir şey görüyorum.

Sonra sahneden çekildi ve beş dakika sonra müthiş bir müzikle gerçek şov başladı.

Yeni sahne bir Çehov oyunu dekoru gibi

Şovdaki ikinci yenilik sahne düzeniydi.

Bir Cem Yılmaz şovundan çok bir tiyatro oyunu sahnesine benziyordu.

İki koltuk vardı mesela, fonda sanki bir Çehov oyunu gibi kütüphane dekoru görünüyordu.

Keza ışıklandırma da öyleydi.

Klasik olan şeylere gelince…

Tabii ki Cem’in siyah pantolon ve siyah tişörtü.

Cem Yılmaz’ın 50 yaş sonrası ilk şovu

Dün gece öğrendik.

Cem 51 yaşında olmuş.

O bir 23 Nisan çocuğu…

Yani bu onun 50 yaş sonrasında sahnelediği ilk tek kişilik şovu oluyordu.

Otuz yıla yakın süredir sahnede.

Bu da sanatta “sürtülebilir” bir başarının sayısal ifadesidir.

Ve bir sanatçı, 30’uncu yılında 30 şovunun biletlerini bir saatte satabiliyorsa…

Ona şapka çıkarmak, Türkiye’nin Taylor Swift’i muamelesi yapmak lazım.


Cem Yılmaz, 30 yıldır sahnede

Londra’daki bir önceki şovu ile karşılaştırırsam

Cem Yılmaz’ı bundan önceki şovunun galası Londra’da yapılmıştı.

O şovu çok sevmiştim.

Hatta o kadar sevmiştim ki o hayranlıkla bazı skeçleri de yazmıştım.

Cem de “Abi her şeyi anlamışsın, ikinci geceye bir şey kalmadı” diye gülerek sitem etmişti.

Haklıydı… O nedenle bu defa skeçleri yazmayacağım.

Peki bu şovu nasıl buldum?

Hep şunu yazdım.

Cem Yılmaz ne yapsa hoşuma gidiyor…

Bu defa şunu yazacağım.

Londra’daki şov çok daha başarılıydı.

Gülmeye çok ihtiyacım vardı, tabii ki güldüm

Gülmedim mi…

Tabii ki çok güldüm.

Üstelik gülmeye çok da ihtiyacım vardı.

Öyle tahmin ediyorum ki, ikinci, üçüncü şovdan sonra performansı daha iyi olacak.

Nitekim Londra’da da öyle olmuştu.

Aynı performansı iki ay sonra İstanbul’da da seyretmiştim çok çok daha başarılıydı.

Diyeceğim bundan sonraki şovlarına gidenler kesinlikle daha mutlu ayrılacak.


“Bu şovda eksik olan neydi?”

Bu şovda eksik olan bir şey vardı

Bu şovda eksik olan neydi?

Cem’in her şovundan bize masalarda durmadan tekrarladığımız bir toplumsal gözlem kalırdı.

Mesela “Little little in the middle…”

Masaya ortak bir şeyler ısmarlama.

Şahsen ben en az yirmi kere tekrarlamışımdır bu espriyi masalarda.

Mesela matematik problemleri…

Bu şovdan kalan böyle bir toplumsal gözlem olmadı.

Yapay zekâ çok iyi bir malzeme ama normal zekaya daha çok ihtiyaç var

Bazı skeçler çok uzundu.

Skeç yazarlarıyla mı çalışıyor, yoksa kendisi mi yazıyor bilmiyorum ama espriler Cem Yılmaz seviyesine ulaşamamıştı.  

Mesela yapay zekâ…

Aslında mizaha çok uygun bir şey.

İleriki şovlarda geliştirilirse şovun en güzel bölümlerinden biri olabilirdi.

Ama bunun için “doğal mizahi zekâyı ve zekâları” biraz daha zorlamak lazım.

Şunu düşündüm.

Bu konuyu mesela “Ölümlü Dünya” ekibine verseler neler yazabilirdi?

İkinci bölümün sonlarına doğru ritmi daha hızlandı, biraz daha eski Cem Yılmaz’a döndü ve dolayısıyla daha çok güldük.

Neticede mutlu ayrıldık.


“Cem Yılmaz’ın içinde Fransızların deyişi ile ‘Amer’ bir insan oturmuş” (Fotoğraf: Ertuğrul Özkök)

Yılmaz’ın olgunluk dönemi diyebilir miyim?

Ama bana göre dün gecenin asıl önemli özelliği, Cem Yılmaz’ın yepyeni bir döneme girdiğini açıkça göstermesiydi…

Nedir bu yeni dönem?

“Olgunluk dönemi mi?”

Bunu desem Cem öldürür beni ve bundan sonraki bütün şovlarında bana inceden “geçirir…”

Ama çok açıkça görünen bir şey var.

Cem Yılmaz’ın içinde Fransızların deyişi ile “Amer” bir insan oturmuş.

Sanki düş kırıklığının yarattığı acımtırak bir insan var.

O da bunu Levent Kırca’nın son dönemlerindeki gibi “ahlâkçılığa” götürmüş.

Bunun güzel bir sonucu var.

Mesela kılıç esprisinde çok içten bir şekilde, “Ben bunu kimseye saplayamam” derken, o insani samimiyeti bizlere de tam olarak geçiriyor.


Devekuşu Kabare’nin Yasaklar afişi, 1984

Ve yeni dönemin yeni profili: Makul adam

İçinde bulunduğu psikoloji onun içinden yeni bir profil çıkarmış: Bir “makul insan…”

En az üç dört kez “Ben makul bir insanım” cümlesini işittik ağzından.

Ama tarif ettiği makuliyete gelince…

İşte orada ciddi bir tartışma konusu var.

Çünkü Cem Yılmaz makuliyeti, “Siyasete bulaşmama” olarak anlatıyor şovunda.

Toplumda ciddi biçimde bir “siyasi eleştiri” duygusunun, yeni bir Metin Akpınar-Zeki Alasya beklentisinin yükseldiğinin farkında.

Ama haklı olarak siyasi konulara girmeye çekiniyor.

Böyle olunca da kendi durumunu “justifie” etmek, yani haklı çıkarmak için de siyasete girenleri iğneliyor.

Ama bu iğneleme mizaha dönüşemiyor.

Zaten o anlarda o da mizah yapmak istemiyor.

Makul adam mı mizah yapar, makul adamın mı mizahı yapılır?

Seyrederken kendi kendime düşünüyordum.

“Makuliyet” stand-up sanatçısı için elverişli bir alan olabilir mi?

Bence makul insanlarla dalga geçmek olabilir.

Ama makuliyetin kendisi ve makul insana soyunmak, tam aksine sanatçıyı komediden uzaklaştırıyor.

Yılmaz’ın asıl başarısı nerede?

Bu şov bana şunu gösterdi.

Cem Yılmaz bir yol ayırımında.

Bence son filmi çok başarılıydı.

Ama Cem Yılmaz ekonomisinin başarıları her zaman komedide.

Asıl iş sahası hâlâ komedi.

Dün Zorlu Performans Sanatları sahnesinde ve Zorlu restoranlarında gördüğüm olay bana bunu açıkça gösterdi.

İnsanlar sıkışmış durumda. Ülkelerinin durumu onlarda bir çaresizlik, düş kırıklığı ve umutsuzluk yarattı.

Unutmak istiyorlar. Gülmek istiyorlar…

Ve hala onları en çok güldürebilen insan Cem Yılmaz.

Sanatçıyı cennete ne götürebilir?

Bu bir sanatçı için çok şerefli, çok onur verici bir şey.

Yıllardır çok sevdiğim, hâlâ çok sevdiğim, hep seveceğin Cem Yılmaz bu şerefli işi küçümsememeli.

Bu çağda insanları güldürebilmek bir sanatçıyı Cennete götürecek yoldur.

Cem Yılmaz hakkında ilk defa böyle bir yazı yazıyorum.

Bunu yazıyorsam nedeni, Cem Yılmaz’ı çok sevdiğim, çok taktir ettiğim, çok önemsediğim, çok ciddiye aldığım içindir.

Ve tabii ki ölünceye kadar sevmek zorunda olduğum için de…

Zorlu Performans Sanatları Merkezi, modern bir kültür vahası oldu

İsterseniz biraz da Zorlu Performans Sanatları Merkezi hakkındaki gözlemlerimi yazayım.

PSM bana göre Türkiye’nin bir numaralı ve en modern, dünyanın son gelişmelerine en açık merkezi.

Bu kültürel özelliğini her geçen gün daha da güçlendiriyor.

Girişteki dev tanıtım ekranı, Las Vegas’daki Sphere’in küre dışı salonlarındaki tanıtım ekranları kadar başarılı ve etkileyici.

Büyük salonun yanındaki Touche gibi caz ve cafevari gösteriler için tasarlanmış salonları, insana kültürel bir vaha gibi geliyor.

Yan insan herhangi bir şova gitmeyecek olsa bile oturup eğlenebileceği bir kültürel mekân.

Yöneticilerini kutlarım.

Fashion week haftasında Zorlu’nun lüks vitrinleri beni düşkırıklığına uğrattı

Zorlu’nun vitrinlerini de gözlemledim biraz.

Paris’teki son fashion week’te olup bitenleri yakından izlemiş bir insan solarak bu vitrinlerden biraz değil, bayağı düş kırıklığına uğradım.

Hoşuma giden tek şey Vakko’nun vitrinleriydi…

Bir tek Vakko vitrinleri içimi açtı.

Hayran olduğu Alexandre McQueen vitrini, bir H&M vitrini yanında bile taşra dükkânı gibiydi.

Sergilenen giyeceklerin, geçen hafta Las Vegas’da gördüğüm Alexanrdre McQueen vitrini ile yakından uzaktan ilgisi yoktu.

Alexandre McQueen Kilmuir’deki mezarından kalksa yıkardı o vitrini.

Şu günlerde Disney’de dizisini seyrettiğimiz Balanciaga vitrini

Şu günlerde Disney Plus’ta Balanciaga dizisinde seyrettiğim, o büyük yaratıcı  Balanciaga, yaşayıp buradaki vitrinini görseydi herhalde, o harika makasını eline alıp o vitrindekileri lime lime keserdi. Çünkü vitrinde son derece sıradan bir Jean takım vardı.

Dolce&Gabanna derseniz…

Eskiden Zorlu’da en sevdiğim vitrinlerden biriydi.

Önceki akşam gördüğüm vitrin ise Palermo’da bir mahalle hazır giyim dükkanıydı.

Keza Valantino…

Her zamanki gibi biraz Louis Vuitton iyiydi.

Acaba bu markalar Arap müşteri için özel vitrin mi yapıyor?

Alt kattaki Abdullah Kiğılı’yı kutlarım

Cem Hakko’yu kutlarım…Parlıyordu bunlar arasında.

Bir de alt kattaki Abdullah Kığılı…

Brunello Cucinelli kalitesinde erkek giysilerini bir Türk vatandaşının alabileceği fiyatlarla öyle güzel anlatıyor ki vitrininde…

Bence Zorlu’daki lüks markalar yöneticilerini Paris fashion şovlarına mutlaka götürmeli.

Evet Cem Yılmaz ve Zorlu ekonomisinden önceki gece yaptığım gözlemler bunlar…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir